28 Kasım 2016 Pazartesi

istasyon



Sakarya yeni Türkiye'nin Sakarya'sı değilken henüz.
uzun çarsının tam ortasında küçük bir oyuncakçı dükkânı vitrininde görmüştüm,
minik raylar üstünde dönerken kartondan tepelerin, ağaç dekorların arasında  4 vagonlu treni..
bir çocuğun kendi başına kuramayacağı, kurduktan sonrada sadece çalıştırıp pil bitene kadar seyredebileceği öküzün trene bakarken ki aldığı zevke denk bir garip oyuncak.

uzun çarsıya her girişi heyecanlı kılan anlamsız bir zevk.
vitrin camından hayran hayran bakarken oyuncağa, kendimi hayal ettiğim yer oyuncağın güç ünitesini kamufle etmek için yapılmış, o zamanlar için bile tarihi sayılacak istasyon binası figürü önündeki minik banktı.
Sanki orada oturduğumu hayal ederdim her defasında.
 Trenin istasyona yanaşmasına sevinip, istasyonu az geçince ilk dönemece konuşlandırılmış tünele her girişine hüzünlenmek, çocukluk işte.
  Dönüşünü tamamlayıp tekrar gelişini görmeden ayrılmak hiç istemezdim vitrinin önünden.

Yıllarca Türk filmleri de bu büyünün ekmeğini boşa yemedi.

 Haydarpaşa'nın merdivenlerinde elindeki tahta bavulu yere fırlatıp
"Ulan İstanbul sen mi büyüksün yoksa ben mi ?" diyen adamın geçici coşkusu,
umudunun nasıl söndüğünü seyrettiğimiz o filmlerin hüznünün verdiği hissi güçlendiren arka fonun istasyon olması tesadüf olabilir mi ?
Yada..
Giden sevgilinin kompartımanın camından buğulu gözlerle bakisi ve ardında bıraktığı adamın hareket eden vagonların peşinde ki canhıraş koşusu, gerçeği anlayıp oraya çakılıp kalması...
Üstüne çığ gibi çöken çaresizliğine rağmen içinde ki ya dönerse umudunun izleyene yaşattığı acıklı tadın o vagonlarla lezzetlenmesi peki ?
Bu da mı gol değil ?

Şekli şemali, mimarisi değişik olsa da ayni hüzünlü lezzeti her seferinde vermesi o istasyonların, garip.
 
Hengamesinde insan kalabalığının karıncalar gibi hareketi arasında oturduğunu hayal ettiğin bankta geleni yada gideceğin treni beklemekteki o anlatılmaz huzur hissi...niyeyse hep hoş gelmiştir bana.

Henüz kapatılmamışken Maşukiye tren istasyonu,
Sakarya - Haydarpaşa arasında ki  ara duraklardan biriydi
Kısa yolculuklardan birinde trende uyuya kaldığı için inemediği fark edilen kuzenin,
İstasyon binası önündeki banklardan birine kafes içinde iki tavukta emanet edilip,
kımıldama burada  otur bekle hemen geleceğim diyen dedemin koşabildiğini ilk defa görmüştüm.
Dedemin hareketlenen trenin pesinden koşusunda ki o panikten zerre nasip almadan,
şaşkınlığıma rağmen büyük bir insan sakinliğinde ve huzuruyla, 4-5 yaşlarında istasyonun verdiği o hazzı hissetmek çok mantıkla açıklanabilecek bir şey değil pek tabi.

Ne bir korku ne bir endişe duymadan sakince oturduğum o ayni bank,
sanki her istasyonda duruyor öyle.

Arkasındaki yoğun ağaçlıktan kendini sıyırmış büyük bir çınar gölgesinde kurulmuş istasyon binası, yeşilin damar damar istasyona sızmak için betonları arasındaki çatlaklardan ilerlerken,
istasyon binasına sarılmış sarmaşıklıların istasyonu yutma isteği bağırır avaz avaz.

vagonlar arasında koşturan kırılmaz kurşun kalem, su ve meşrubat satıcıları, simitçi bağrışları,

el ele tutuşmuş 4 çocuğunu bir oraya bir buraya çekiştiren annenin hızlı adımları, çok kalabalık fındık isçisi bir ailenin bohçaları ve yüklerinin önünde oturuşu,

evin reisinin kenarda bekleyen yüklerinin misli misli fazlası yüreğinde, sararmış beyaz bıyıkları altından ciğerlerine çektiği sarma cıgarasından yaydığı koca dumanla, efkârlı üfürüşü...
Emanetime bırakılan kafes içinde gıdaklayan tavuğun miskinliği, horozun agresifliğiyle acı çığlığına karışan, hareket memurunun keskin düdüğü.
 
Akabinde büyük gıcırtıyla demir yığının ağır ağır hareket etmesi sonrasında sanki tren sabit duruyor da istasyonun kayıyormuş hissi. Atasözlerine mazhar olmuş, aşağılama içeren  her sözcük öbeğindeki o öküzün sanki oturduğu yerden kalkması sonrasında hissedilen müthiş ve dayanılmaz hafiflik, sıra sıra dizilmiş katarların yükleri gibi yüklendiğimiz bir sürü yükün altında ezilmişliğimize su serpen emsal bir karar sanki. Benim yüküm ne ki su trenin yanında avuntusu cepte.

Beklenen trenle gelenin özlemi dindirmesi,
mutluluğu ve yahut ulaşılacak hedefin barındırdığı umut ve heyecanı körüklemesi gibi.
Ve yahut yıkılmış hayallerden kaçınılan son sığınak, bazen de tekrar dibe vurmak için ciğere doldurulan son bir nefes belki o bank.

Gelmesini hiç beklediğim biri yada bir umut olmasa da istasyonda,
Bişkek tren istasyonu bankında da ayni anlamsız huzuru barındırdığını fark ettim yıllar sonra
Defalarca bembeyaz örtüsü içinde -15 derece soğukta, üzerinden gecen 30 yıla rağmen ayni hislerle o banka oturup, yanana dizilmiş Arap saçına dönmüş ray yumağının sanki uzaklarda  tek bir çizgide birleştiğine inanmak kadere yapılan gönderme sanki.

Baktığın doğrultunun yönü ne olursa olsun sanki senin gitmek istediğin yere götüren doğru yol olduğu hissi ne garip.

Sevemedim ben bu "Yeni Türkiye'nin Yeni Sakarya'sını"
Muhafazakar gençler yetiştirmek gayesiyle içilecek mekan bırakmayan iktidara rağmen,
dernekler ve kulüpler kanunundaki açık madde dolasıyla alkol ruhsatına dokunulmamış bir meyhane durur orda istasyonun kucağında.
Bu sefer sırtını raylara donup penceresinden şehrin meydanini seyredersin.
İnceden demlenirken bir bakmışsın yüzün raylara dönmüş sanki o banktasın tekrar
o dokunun her bir metrekaresine sinmesindendir belki de.

Oturduğun o masada iç muhasebelerle, yüz yıllık iç hesaplar, çekişmelere gark olduğunda dahi,
o dokunun pompaladığı umursamazlık ayni kıvamda, can çekişen umutların titremesine neden
olması da her seferinde bundan belki biraz da.
İster meyhanenin gıcırdayan tahta sandalyesi olsun, isterse peronda duran o banka oturduğun anda..,

Hayat hızlandırılmış şekilde akarken,
o banka oturan için aksine yavaşlıyor iç dünyan o oranda.
Sanki time-lapse kamera çekimindeki gibi delice hızlanırken zaman, ben o bankta slow-motion bekliyorum
dedemin bekle dediği yerde. Bekliyorum öylece neyin geleceğini umursamadan, ne olduğunu unutarak.
ister bir bank olsun ister meyhane taburesi. sanki hiç biri değil gibi sanki bir boyut penceresi.
Şuan sanki o istasyonlardan birindeyim gibi, içimde dirildi yine umursamaz gamsız o serseri.
Yine o banka yerleşmiş izliyorum seyr-ü seferi. Dünya yansa umurum değil vallahi de billahi, az sonra pençesini savuracağını bilsem de panterin kımıldamaya mecali olmayan tembel hayvan gibi...

Uzun Çarşı'nın tam da ortasında duran o dükkânın içindeki, oyuncak tren istasyonu izler gibi izliyorum tüm olan biteni.
İstasyonu az geçince konuşlandırılmış tünelin dibindeki ışığa bir bakıyorum uzun uzun. Bir yandan kalkıp o tünelden sızan ışığın pesine koşasım var son bir umutla, bir yandan da ya o çıkış ışığı değil de
son hızıyla üstüme gelen trenin ışığıysa diye endişeliyim biraz da. 


  
Aykut Aruca

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

SAGLAM MAGLUBIYET

     SAĞLAM MALUBİYET 3 Ağustos 2014 31 aralık 2006 ……..19:00/21:00 su kuyusu nöbeti erzincan yılın son, bayramın ilk günü ve ben yine nöbet...