10 Temmuz 2020 Cuma

ÖFKEMİ SEVİYORUM ULEN …!


 

İnsan bünyesindeki tetiklenmesi en kolay duygudur öfke.
getirdiği anlık yakıcılığından, kötü olarak bellenmiş yada korkaklar tarafından dünden bugüne belletilmiş,korkulduğundan ötelenmiş bastırılmış,baskılanmış.
Baskılanması yönünde telkinler sayesinde insan içinde kimyası değiştirilmeye gayret edilmiş masum bir çocuğun canavara dönüştürülmesi gibi gelir bana hep.
Kötü diye kabul edilenin, dayanılmaz cazibesinden mi yoksa üstünde az düşünülerek sağlanmış saptamaların eseri telkinlerin bir toplum kuralına dönüşmesine duyduğum tepkiden mi bilinmez, öyle korkunç,çirkin veya tehlikeli gelmez bana.
belkide sırf bu inancım yüzünden öfke kontrolü için çokta çaba sarf etmedim.
Kendimi geliştirmek istediğim konular, davranış modelleri yöntemler oluşturmak için uğraşırken ÖFKEM hem bunun dışında kalmış olduğunu fark ettim.
Öfkeyi çok masum melek yada çıkarsız da görmedim ama çıkarını bile ifade etse saf,temiz ve daha açık net buldum.
Fark ettim ki bilerek yada bilmeyerek içimde birikmesine başka bir şeye dönüşmesine izin vermemeye harcamışım gayretimi.
Bir insanın öfkelenmiyor olmasını,bunu göstermemekte ki ustalığını hep daha tehlikeli hep daha yıkıcı buldum.
Çünkü öfke kabuğu şeffaftır,altındaki nedeni görmek hep daha kolaydır,iki yüzlü riyakar değildir,hesapçı değildir nettir.
İçte biriktirilen öfke gerekli anda dışarı çıkma fırsatını bulmadığında, öngörülen toplumsal baskılardan ve bodoslama öğretilerden nasibini aldıkça içte başka duygularla harmanlandığında insan içinde yakıcı bir dizi tahribata ve gereksiz hassasiyetlere yol açan kimyası değişik bir şeye dönüşür.
Birikimin yarattığı patlama, öfkenin anlık küçük patlamasının vereceği muhtemel zarardan daha yararlıdır. Birikimin yarattığı zarar, önce insanın içinde sonrada dışarıya anlamsız,geç kalınmış sakıncalı bir şeye dönüştüğü tecrübeyle sabittir.
yıllarca psikologların bahsettiği telkin ettiği öfke kontrolü öfkeni içine gömmek olmamalıdır, benim fikrime göre bu kontrol birikimin tazziğine izin vermeden bunu boşaltmaktan geçer. İçinden ona kadar saymak,susmak uzaklaşmak,sessiz bir çığlığı içinde yankılanmasına izin vermemektir.
Öfke kabuğu şeffaf olduğundan altında yatan neden ortadadır,işte bu yüzden öfke anında söylenen söze takılmak karşıdakinin kaçışı bu nedeni görmeme gayreti, öfkeye neden olan her neyse o nedeni yok sayma yavşaklığıdır.
Ortaya çıkan bu öteleme, kaçma davranışı yanında, anlık öfke çok daha masumdur. işte bu yüzden öfke hesapsız patlar öfke karşısında kaybedeceğini değil açık olarak ne istediğini belirten dürüst bir duygudur.Karşındakine bir acaba bırakmaz. Nasıl bir çelişkidir,toplumda dobra konuşan insan hep bir sempati görürken nasıl olurda insan içindeki en dobra duygunun baskılanmasını öngörmüş ve buna yönelmiştir anlam vermek mümkün değildir.
Öfke kötü bir niyetten de çıksa bilinen düşmandır. Bilinen düşmanın vereceği zarar her zaman önlem alınabilir korunabilir bir şeyken, gizlenmiş baskılanmış içe gömülmüş bir öfke karışımlı dönüşmüş başka bir şey, dost sandığın dibindeki düşmandır.
Şiddet, öfkenin dile gelmediği,gelemediği kirlenmiş,dönüşmüş,kimyası bozulmuş bir asittir.Öfkenin yaktığı şey bir kağıttır puuuf diye hemen yanar ve söner geride bıraktığı izi temizlemek güçlü bir nefesle kağıt küllerini uçururken, kimyası değiştirilmiş bir öfke, asit gibi geçmeyecek derin izler bırakır döküldüğü yerde.
saman alevi deyimi öfkeyi iyi tanımlar büyük ama kısa süreli bir alevdir, oysaki için için yanan kocaman bir ormanı yok eder,kontrol etmek nerdeyse imkansızdır.
şimdi nasıl dersin bana öfke kötüdür, zaten içinde var olan bir şeyi baskılayarak dönüştürmek mi iyidir ?
Öfke, mayınsız topraklar vaat eder. Bastığında sinsice bekleyen bir düşman değildir.
Öfke patlama noktaları belli bir yanardağ ağzıdır,bir gayzerdir, sınırı ,yeri bellidir. Yanardağ ağzında dolanıyorsan ve ayağın takılıp o lav denizine düşüyorsan aptalsındır.
Ama mayınlanmış bir kırda dolaşırken basarsan mağdursundur..
İnsanlar öfkelerini bastırırken gösterdiği erteleme susma uzaklaşmayı ötelemeyi, öfkesini ortaya çıkarmış insan karşısında saman alevi sönene kadar gösterse öfkenin zararını yok edecektir.biz genelde aksini yapar öfkemizi içimize gömer,öfkelenme doğallığı gösteren adama benzin dökeriz ve yine saf öfkenin altındaki nedeni görmek yerine benzinle onun kimyasını yine değiştiririz.içinizdeki çocuğu kaybetmeyin dedikleri şey neyse belkide bunun en başı öfkelerimizi baskılamamaktan gecer.
Bahsettiğim bütün nedenlerden dolayı
seviyorum uleeeeeen öfkemi

fahişe dediğinin içinde insan var.senin içinde ne var ?

fahişe dediğinin içinde insan var.senin içinde ne var ?

Gezi Parkı olayları ile ortaya çıkan sosyal patlama sonucu insanların başlattığı bir direniş bugün 22. gününe taşınıyor.
-içinde Maarjinaller var provakatörler var bahanesi ile polisin ve hükümetin bir savaşta bile görülmeyecek kin dolu ve acımasızca saldırılarını ,
-sağlık personeline yaralı birine yardım ettiği için terörist muamelesi yapılması,
-ha keza avukatlara yapılan saldırılar ve gözaltıları
-medya kaypaklığı,korkaklığı
-çocuk kadın yaşlı provakatör terörist masum suçsuz ayırmadansadece koltuğunu korumak için yapılan futursuzca saldırıları haklı nedene bağlamaya çalışan yöneticiler,başkanlar,danışmanları
-yarı ağlak ses tonu ve mimiklerle orta yolcuymuş gibi iki yüzlü yaklaşımları
-insanların dini duygularına sömürerek yok camiye ayakkabıyla girdiler,yok içki içtilerle olayı bir islamı cihada yada eyvah din elden gidiyora götürme çabaları
-yok bayrak yaktılar,yok cadırda fuhuş yaptılar,yok heryeri tuvalet gibi kullandılar gibi toplumun bütün katmanlarını karşı karşıya getirme ve bölme çabaları ve bunları hedefleyen yüzlerce yalan karşısında……….
ve bunların yanısıra
sizin bin topladığınız yerde on bin, yüzbin topladığınız yerde 1 milyon toplarım meydan okumasını duyup bide oraya zorla,parayla ya da vaatle toplanan,
bir de neden orda olduğunu bile bilmeyenler ve erdoğanın götünün kılıyım diyebilecek kadar beyni yıkanmış, şuursuz kalabalıklar toplanması karşısındasözde seni temsil edeni ve bunu seçen kalabalığın kimler olduğuna duyduğun öfke karşısında silah kullanmıyorsan kimseye zarar vermiyorsan direnişini kirletmek istemiyorsan içte biriken o zehir şu nidayla çıktı ortaya hep :
”OROSPU ÇOCUKLARI.”
ki bu tip küfürlerin kullanılmasınıda kendi içlerinde engellemeye gayret gösterdi geziciler.helal olsun çok büyük saygım var hepsine.

tabiki düşünmeden söylenen ve bir anda ağızdan fırlayan,anlık bir sinir boşalması sonucu doğal bir yatıştırıcı olarak ortaya çıkıyor sadece
ama sanki bu küfürde bile bir yumuşatma hissediyorum.Çünkü bir orospunun çocuğu olmak kadersizliği temsil ediyor,çünkü bu onun seçimi değil bu durum.
sonuçta çocuk masum bir şeydir,kimin olursa olsun.
bu olaylarda hissedilen şeye denk gelen hakaret, kendi seçimi olmayan bir niteleme yapıştırmak doğru değildir.
bunun yerine gayette kendi seçimi olan bir fiil yapıştırılması daha doğrudur.

ne demek istediğimi şöyle açıklayayım
açık açık :

Özünü arapçadan alan ”Fahiş” terimi bir aşırılık durumunu ifade eder.Aşırılık yapan dişiyi ise tarif için ”Fahişe” kullanılır. Cinsellikte aşırıya kaçan kadınlar için kullanılan bu terimin Türkçe karşılığı ise ”orospu” olarak karşılık bulur.
Her ne kadar cinsellik içeren ve menfaat karşılığı yapılan bir eylem olarak görülse de aslında böyle değildir.Zevk esaslı, istem dışı zoraki, şiddete dayalı yada ekonomik zorunluluğa bağlı bir zaruret nedeniyle kendini satmayı içeren bir terimdir.

Bu bağlamda, içte biriken bir sinirle çıkan orospu çocuğu küfürü,sizi sinirlendiren kişileri ifade etmekten uzak,sadece hemen hemen tüm insanların hayattaki en değerli varlıklardan biri olan annelerini aşalamaya yönelik fakat bu eylemi bizzat gerçekleştirenleri es gecen beyhude bir patlamadan ibarettir.

Aslına bakarsak,
kimi güçlünün yanında olma güdüsünden
kimi elde edeceği iş,ihale,rant ve gelir umuduyla,
daha masumları makarna kömür alıcam evime çocuğumua götüreceğim diye,
kimi toplumda hiç olup, fırsatı gelince o ezikliğini düne kadar içine giremediği toplumdan intikam alma zamanı olarak görüp polisin yanında eline demir sopalar alıp kini boşaltmak için,
kimi cennete gideceğini sandığı
kimi bunu ibadet gördüğü için
yani tanımında olduğu gibi zevk esaslı, zoraki, şiddete veya ekonomik zorunluluklar nedeniyle fahişelik yapan kendini ve göz göre göre geleceğini satana edilen kısaca O.Ç diye ifade edilen bu küfür birşey ifade edeceğini sanmıyorum.

dini ne olursa olsun rengi ne olursa olsun, dili ne olursa olsun mesleği ne olursa olsun hatta mesleği dünyanın bilinen en eski mesleği bile olsa ,
bu dönemde yaşanan bu şiddet ve haksızlığa,bu zulme,bir hükümetin kendi halkı kendi kanına yaptığı bu eziyete,
bir halkı hiçe saymasına eyvallah diyebiliyorsan,
duyarsızca olaylara bakıyorsan
ve hala sinip korkuyorsan ve hala susuyorsan,
hele birde bir tarafa yaranmak için az bile ölsünler bunlar naraları atıp efendilerinin dizi eteği dibinde çığlıklar atıyorsan…
sen kesinlikle orospu bile değilsin.
çünkü orospu dediğinin içinde insan var.senin içinde ne var ?

içten oluşan bu tepkiyle ağızdan fışkıran bu küfür orospu yada çocuğu olamaz
bu gibi tepki için bambaşka bir söz gerekir.

aaaaaa ne kadar küfürlü yazı olmuş bu demeyin anlatılan hikayenin içinde kullanılan terimi başka şekilde ifade etmem imkansızdı.
Aykut Aruca…..

KALEM-İ KİBAR


“Sen, o zalimlerin işlediklerinden, sakın Rabbinin habersiz olduğunu zannetme! O, sadece onları, dehşetinden gözlerinin donup kalacağı bir güne ertelemektedir.” (İbrahim, 14/42)

der bir ayet bu ayetten esinlenerek yazılan kalem-ı kibarda şunu der.

“Canı yanan sabretsin; can yakan da yanacağı günü beklesin”

her olay içine dini alet edip amaçlarına insanların zayıf karnı olarak görüp oradan vurarak insanların inanç dünyasını sömürerek amaçlarına yönelenler,
bu amaç doğrultusunda elde edeceği çıkarlar için kukla olanlar piyon olanlar,maşa olanlar…
Allah din iman kitap hak adalet nutukları her fırsatta ağzında , her fırsatta kendi gibi düşünmeyene ve bir putperest gibi bir adama tapan ve bu doğrultuda ona hizmet etmeyi ve karşısında olana Allah ve din adına yapılmış bir cihat gibi acımasızca adaletsiz ve kalleşçe sinsice saldıran,can yakan,zulmedenlerin
cezasını ölüp ahir hayatta çekmelerini beklemek pek bir adil gelmiyor bana.
can yakanın canı yanacağı gün bu dünyada değilse bana adaletten kimse bahsetmesin.

KRALLAR VE KRALDAN ÇOK KRALCILAR OUT ARTIK BÜYÜKBAŞTAN ÇOK KLONBAŞ İN


Anne baba davranışları çocuklar için bir model oluşturur bu nedenle bir kişi annelik veya babalık vasfına eriştiğinde olmadığı kadar, her şey olma telaşı içine düşer ve kendini eğitme sürecine tekrar girerler.
zaten demez mi eğitimin tanımı, kişinin istendik davranış değişiklikleri sağlama sürecidir diye
kendilerinde olmayan özellikleri kazandırmak için, çocuğu ne görürse o olacağı için bir üst modeli üretme çabasındadır.
35 yıl dişini fırçalamayan bir adamın dişlerini her gün oğluyla fırçaladığını bilirim.
yada ağzında bağlaç halini almış bir küfrü çocuğun yanında etmemek için nasıl bir gayrete girdiğine şahit olmuşumdur.
bu güzeldir. gönüllü eğitim sürecidir, çocuğuna katkı sağlamak için mutasyon derecesinde bir değişime zorlamak kendini.
burada ya olduğun gibi görün yada göründüğün gibi ol mevzusu devre dışıdır.
burada mevzu, olduğu gibi büyüsün sal gitsin bir miras mı bırakacağım yada olmasını istediğin gibi miras mı bırakacağım geleceğe ?
yetiştirme kaygısı bu yüzdendir, çocuk insanın öldükten sonra geçmişe kendinden bırakacağı bir parça,
belki bir uzatma periyodudur,
kendinin yapamadıklarını ulaşamadıklarını
oyunu kaybetmişken geri sayımda ekranda çıkan to be continued ? yazısını görüp aceleyle makineye atılmış yeni bir atari jetonu yani yeni bir yaşam hakkıdır.
her insan elinden geldiği potansiyelinin yettiği kadar bu amaç için kendinden daha üst modeli oluşturmak için didinmesi,değişmesi dönüşme gayreti bundandır.

bu yüzden.çocukların bu gelişme sürecinde babaları annelerinin gelişmiş birer kopyası olması doğladır
daaaaaaaa !!!!
koskoca adamların belirli bir eğitim belirli bir tecrübe belirli birikimle geldikleri koltuklarda,
o koltuklara sahip oldukları dönemin başlarına gün geçtikçe benzeme çabası nedir ???
tamam !
siyasi dönmelere her dönemde şahit olduk ve kanıksadık,
yada basamak tırmanıcıların nasıl kendilerini anlayışlarını düşüncelerini sattığını başkalarının üstüne basıp yükseldiğini izledik,
din vicdan deyip zamanı gelince nasıl Allahsız, vicdansız olabildiklerini hırslarına nasıl yenilip bütün değerleri unuttuğunu da bildik.

belli bir siyasi tutumun akıntısında ortak hareketleri de anlıyor insan da, uslübuna kadar tavır konuşma duruş…. v.s nasıl bu kadar bukalemunlaşabiliyor anlamıyorum.

bir anne baba, o uzun eğitim sürecinde bile günün birinde, kendisiyle çatışan bir kuşak kavgası ile karşı karşıya gelebiliyorken bu kadar robotlaşmış bir klonlama ne müthiş bir başarı.

bir büyükbaş çıkıyor günün birinde değişik ilginç alışılmışın dışında
Bir uslup geliştiriyor duruş,konuşma,bakışı,ses tonlaması yürüyüşü ile anam bir bakmışsın aynısı başka bir bedende daha küçük bir koltukta karşında

büyükbaş bir gün çıkıyor resmen tehdit ediyor yaptığı icraatları eleştirenleri, bunun etkisi yine aynı hızla yayılıyor.
Veeee kurum amiri klonbaş performans merformans bakmadan sırf benzeşmeye çalıştığı ugruna ne dediğine bakmaksızın aman efendim canım efendim gözünün çapağını yiyeyim tavrıyla mesela şunu yapabiliyor.

Çorum’da sözleşmeli olarak görev yapan, öğretmen B. Y., internette kişisel facebook sayfasında; referandumda ’hayır’ oyu vereceğini ifade ederek “Madem 12 Eylül’le ilgili derdiniz vardı, 7 yıldır neredeydiniz” yönelik ifadeleri nedeniyle hakkında soruşturma başlatılıyor. Soruşturma sonunda, Çorum Valiliği’nce öğretmen görevden uzaklaştırılıyor.
Ancak, toplamda 10-15 kişi dışında kimsenin ulaşma imkanı olmayan; okul ve mesleki yaşamın dışındaki bir dönemde; kişisel bilgilerden yola çıkarak; cezalandırma işlemine gitmesi ve öğretmeni açığa almak tam bir yargısız infazdır.bu infazı benzeşmek adına her kurumun amiri sırf büyükbaş gibi olmak için yapıyor.

televizyonda çıkıyor bir büyükbaş diyor ki, biz iktidarımızda 2 milyar ağaç diktik,ertesi gün fırsatını bulmuş klonbaş biz geldiğimizden beri bu kadar çalı bu kadar ağaç diktik diyebiliyor,alakasız bir toplantı içinde seçim mitinginde gibi.

büyükbaş bizden önceki hükümeeeeeet diye ağzını açıp yüklenince klonbaş durur mu ne mümkün,
kurumun iktidar kurumu değil devletin kurumu olduğunu unutup,bizden önceki amir diye başlıyı veriyor sanki kendisinden önce dünya toz bulutuydu nebulayı bu derledi topladı toprak yaptı.Yaratıcı oluyor oda anında

büyükbaş bir gün diyor ki barış,hemen alttaki klonbaş birlik dirlik mutluluk mesajları veriyor,ertesi gün büyükbaşın üstüne geliyor birileri oda sesleniyor ulusa hop bakmışsın aynı tehditkar tavır klonbaşın etki alanında

bakıyosun önce avm olacak yok kışla olacak yok yok barok tarzı müze olacak yok yok hem avm hem müze bir de cami olacak yok yok bence park kalacak sanırsam galiba ….

kesin açıklamaları gördüğümüz anda klonbaşlar diyarlarında da işlerin şirazesi kayıyor anında
tutarsızlık madem doğal bir şey
verilen sözler yapılan vaatler,alınan önceki kararlar,önceki söylemler anında unutulup o anı kurtaracak fevri,agresif,ben dedim oldu kararlarla hareket ediyor.
anlaşılacağı üzere bugün faşizan uyanılmışsa büyükbaşlar diyarında klonbaşlarda aynı uyanmak zorunda hissediyor,bir gün gönül adamı olunduysa anında kılıf değiştiriliyor,ertesi gün dindar sonra kapitalist ertesi gün liberal,sonra milli olunabiliyor.

bir çocuk eğiticem diye yıllarca uğraşan olumlu yönde değişecem diye yırtınan anne babanın hakkıdır bu formül.
kocaman adamların bu kadar pervane oluşundaki sır coco-colanın mucize formülünden daha önce açıklanmalı halka paylaşılmalıdır,bu mutasyonun sırrı …
aykut aruca

ACIMADI Kİ !


güçmüç hıhhh !

“Acımadı ki acımadı kiiiiiii” edasıyla
Bana ne yaparsa yapsın, karşısında dimdik ve güçlü olduğumu hissetmeye çalışıyorum her zaman
Hatta biraz (belki birazdan biraz daha fazla) böbürlenmişliğim bile olur içten içe zaman zaman
“HİÇ BİR ACI YIKAMAZ BENİ” gazı içimde patlamış santralden sızmış bir zehir sanki.
Sonradan içimde kansere dönüşecek Çernobil belki de…
Çooooook karakışlar gördüm yenilmedeeeeeen ama yara alarak
Her defasında daha bir gururla dinlenmedi mi acılı anlarda Sezenden “GEÇER”
Belki avaz avaz bazen de sessizce en derinden ve içten
“BU DA GEÇER NELER NELER GEÇMEDİ Kİ”
avuntusu yetişti koşar adım imdada
en içteki ezikliğe burukluğa merhem olmaya…!
Acı patlıcan oldum kimi zaman, üstüme düşen kırağıya inat.
Kimi zamanda, sanki marifetmiş gibi, öldürmeyen acılara sahiplendim sımsıkı sarılıp güçle kutsanacağım yalanına kendimi inandırarak…
Olmadık zamanlarda hortlayaıverdi acılar ve beraberinde getirdiği rahatsızlıklarını da peşine takarak.
Dillenmesin diye çok çaba gösterildi
Ama dillendiğinde salya sümük olmamak
ve tabiî ki yiğitliğe getirilmeyecek zevale inat …

her defasında güçlü ve mağrur maskesi takıldı sakince
için için yanarak.
Bunca çaba bunca bastırmışlığa rağmen kalabalıktan koro halinde
“SEN GÜÇLÜSÜN SANA BİŞEY OLMAZ”ı duymadın mı çoğu zaman…

şımarıkça belki de biraz utanarak
“BIKTIM BUNU DUYMAKTAN YORULDUM GÜÇLÜ OLMAKTAN “
Bunu derken bile içten içe okşadın egonu hatta cilalayarak.

Aslında ne taktığın maske kadar güçlüsün ne de görünmeye çalıştığın kadar kırılmaz.
Buna dense dense
“HAYAT ARSIZLIĞI”
denir. İşte hepsi bu kadar.
Mahallenin yaramaz iflah olmaz çocuğu vardır ya. Her şeye burnunu sokar bunun için sürekli dayak yer ama hiiiiç uslanmaz hani… ?
Bildiğin dayak arsızıdır.
Sinir eder karşısındakini gücünün yetmeyeceğini yiyeceği bir araba dolusu sopayı bile bile…
Öylede gururludur ki lanet, canı yanar kafası gözü patlar ama süper saklar ya canının yandığını
Dayak atanı sinir harbine sokar. Vurdukça siniri bozulur siniri bozuldukça daha sert vurur hani,
O vurdukça sinir bozucu duruşu ve gülüşüyle dimdik durur gıkı çıkmaz ya bizimkinin.
En sonunda dayak atan
“EEEEEEH YETER ELİMDE KALACAKSIN ŞİMDİ, GİT BELANI BAŞKA YERDE BUL” der
İşte böyle benimkisi

– güçlü olsaydın o kadar, daha anlayışlı olurdun ailene, çevrene ,arkadaşlarına..
Bozulmazdın bu kadar yaptıkları hatalara mükemmelliği yakıştırmak gereksinimin olmazdı ki onlara.
– Güçlü olsaydın gerçekten, seçici olmazdın bu kadar, istemezdin gerçek dostlar etrafında, yüzlerce sıradan arkadaş biriktirir kırılmazdın yanlışlara, doğal karşılayabilirdin tüm bencilliklerini
– Güçlü olsaydın cidden o kadar, neden bekleyesin hayatla en çetin mücadeleyi versin seninle gözünün nuru biricik aşkların
gerek var mıydı onunda güçlü olmasına. Destek olacak bir dayanak görmezdin ki, paylaşmazdın o kocaaaaa yüklerini sevdiğinin küçücük omuzlarına
– Zaten güçlü olsan o kadar yalpalamazdın ki hayatta ihtiyacında olmazdı ne güvenli ne de huzurlu bir omuza
– Yorulmak nedir bilemezdin ki ..! bu yüzden gerek te duymazdın varlığına susayıp soluklanmaya hasret duyduğun o kollara

Güçlüysen güçlüsüdür!
bu kadar zaaf, bu kadar beklentiyle olunmaz ki güçlü .
Ya beklentilerini feda edeceksin yada feragat edeceksin sözde gücünden.
yada itiraf edeceksin gerçeği yüzleşeceksin kendinle …yada diyeceksinki acımadı ki acımadıkiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii

Aykut Aruca



ESEK

EŞEK

EŞEKEşşşşeeeeek bide bol “ş”li söylenince nasılda samimi ve sıcak geliyor bana
Özene bezene söylenen ağdalı sevgi sözcüklerinin bende yarattığı samimiyetsizliği anlatamam.
Aşkım, bir tanem, bebişim, canım, cicim, balım, güzelim, …………v.s
Çok basit şekilde herkesin ağzında söylenir olmalarından mı ya da genelde söyleyenin samimiyetsizliğinin aşikârlığından mıdır bilinmez sevemedim bir türlü bu sevgi sözcüklerini.
Eşekten sevgi sözcüğümü olur dediğiniz duyar gibiyim ama bende öyle işte.

Ne kadar klasik bir Türk ailesi sayılmasa da ailem,
sanırım yetiştiğim çevre ve toplumdaki erkeğin alması gereken diye biçilen rolün yansıması olabilir.
“NE ÖYLE KARI GİBİ”………
lafına benzer bir çok seviyesiz benzetmenin muhattabı kalmamak içindir belki…
Özlemek, sevmek, çok üzülmek ve dolayısıyla ağlamak ya da mucizeye bile ölçüsüz sevinmek erkeğe yakışmaz genellemesini benimsememden ya da benimsetilmesinden belkide.
Aslında sadece sevgi sözcükleri değil duyguları içeren ne varsa bastırmışlığımın fışkırmasını taşır bu eşek belkide.
şimdide bazen içimden çok gelse de seni seviyorum demek
bana öyle zor gelirki ağzım burnum büküle büküle sanki yalan söylüyormuşum gibi.
Aşkım, bir tanem, bebişim, canım, cicim, balım, güzelimden hangisi lazımsa onu ifade ettiğini hissederim herzaman….öyleki bazen içten söylenmiş okkALI bir “eşşşşşşek “her şeyi anlatırçoğu zaman gözlerimin içine bakan o eşeğe:):):):):):)

Dün yine seni andım gözlerim doldu
O tatlı günlerimiz bir anı oldu
Ayrılık geldi başa katlanmak gerek
Seni çok çok özledim arkadaşım eşek



DAGINIK

DAĞINIK

DAĞINIKİlkokula giderken sınıf öğretmeni matematik kitabınızı çıkarın dediğinde, bir kerede o çantadan hiç çıkamadı o kitap .
Katlanmış bir mont, eldiven, kalem kutu, spor ayakkabı, annemin yaptığı sandviç…

Odamda ki masa hiç düzenli durmadı kalemler şurada defterler burada kitaplar boy sırasında hiç hatırlamam
ya üzerinde üstümden çıkmış t-shirt, pantolon vardı ya misketlerim ya da dün akşam yatmadan önce yediğim yemeğin tabağı.

Kişisel bilgisayarımı düzenleyemedim bir türlü, aradığımı bulmam odamda herhangi bir eşyayı arayıp bulmak kadar meşakkatli oldu her zaman.
-çok güzel bir şarkı vardı nerde acaba müzik dosyalarım da mı ki?? yook o zaman alınan dosyalarımda sanırım! -Iıı-ıııh yok galiba?(Tam 3 gün sonra)
-Ya geri dönüşüm dolmuş bir bakayım yanlışlıkla bir şeyler mi sildim acaba
– ahanda aranan şarkı

halbuki yemeğin başında çok özenmeme rağmen
Yemek tabağım daha iki çatal alır almaz tam bir çıfıt çarşısına döner
pilav salataya bulanır yanındaki et parçaları pilav içinde kaybolur patatesler tabağa saçılmış bulurum.
Genel bir hal belki de bu benim için artık kanıksadığım ve yadırganmayacak kadar ben kokan
Öyle ki yaşamımın her bir öğesine, parçasına, her bir anına sirayet eden bu dağınıklık.
Bir konu hakkında konuşurken birden fazla fikir döner kafamda ve her zaman kafadan çıkan düşünce darmadağın durur her zaman neyi ne zaman hatırlıyacağım nyyin nerden çıkacağı hiç belli olmaz.
Hayatım darmadağındır, planlarım da öyle, özlemlerim, sevgim, kızgınlığımda öfkemde dağınıktır öyle durur zihnimde.
Bu dağınıklıktır beni ben yapan belkide… hislerim, duygularım, düşüncelerimin bana özgülüğü bundandır belkide
Yediğim yemeğin tadı hep güzeldir benim için nedeni bu dağınıklıktır kesinlikle..
Şimdi aranıp bir tesadüfen çıktığında “ O şarkı” bir başka güzeldir 3 gün sonra bulunduğunda
Hiç birşey kaybolmaz aslında.
Aramasını bilirsen ne lazımsa bulursun o dağınık masada .

Hayatım o dağınık çantadır aslında… ne ye ihtiyacım varsa içindedir fazlasıyla..

Brüt

işte 80 kuşağına özgü bir şey daha ”brüüüüüüüüt erkeğin özüüüüüüüü” diye seksileştirilmeye çalışılan bir kadın sesiyle tanıtılan yeşil iğrenç bir şişede satılan madalyonuyla ünlü efsane parfüm.
hacı misinin tahtını sarsan limon kolonyasının hegemonyasını yıkan Türkiyeye girdiğinde piyasalarda ithal ürün olmasıyla ilgi çeken, piyasaları sürklase eden müthiş parfüm.
net kokusu hakkında bilgim yok ama maltepe ,rakı ve sabahtan sürüldüğü için uçmaya başlayan kokunun birleşimi çocukluk günlerimden kalan buruk bişey sanki. bende oluşturduğu gereksiz güven duygusunun sembolik şekli gibi bişey
yeni nesile bu nasıl anlatılır bilmem ama ona yakın etkiyi zamanında jagler sağlamıştı acaba jagleri bilirmi ki şimdikiler
ama jaglerin kokusunun hissettirdiği birşey yoktu galiba bana

TANRI BELKİ DE BİZİ TERKETTİ

TANRI BELKİ DE BİZİ TERKETTİ.

Belkide tanrı bütün kainatı en başa dönmeye ayarlamıştır,bütün kontrolü tamamen bırakmıştır ….!
Doğal süreçlerin akışında herşeyi kendi yoluna terkederek…
Tanrı artık soğuk ve duygusuz bir izleyici mi ???
hitlerin kıyımında ölüm kamplarında ölen milyonlarca insanı düşündüğümde çoluk çocuk bugünün almanyasının helak olması gerekmez miydi ?
yapılan her günahın bir cezası yokmu ?
yoksa bunu da mı biz uydurduk yaşamak için kendimize morfin olarak .
17 ağustos 1999 depreminde ölen 10 binlere şahit olduğum gün aklımda hala.
10 binlerce masumun can çekişerek ölümünde..? mesela …
nasıl bir günah işlemiş olabilirdi 15 günlük bir bebek
böyle bir korkunç ölümü ?
bilmiyorum…
bütün bu olayların neresinde duruyor tanrı ?
Tanrı olaylara dahil mi yoksa sadece izleyen mi ben gibi ?
bilemiyorum.
yoksa tanrı bizi terketti mi çoktan çekilen bunca ceza bundan mı ?
bunca kötülüğün hakim olduğu bir dünyada
her insanın içinde ruhunda olduğuna inandığımız o tanrı
içimizden mi çekildi çoktan ?
terkedildik mi ?
olanlar hep bundan ?

kirik kalpler portresi

Kac kirik kalp portresi var insanin icinde ? Yada kac koleksiyoncu duvarina asildik bu sekilde ? Ödesme uzerine kuruluysa bu sistem ne kadar borcun kaldi yada kac tane portre oder alacaklarinin hesabini ? Icsel muzelerde kac portre bir mona lisa olup gun gectikce degerlenir? Yada unutulur gider? Alacak verecek davasi kadar basitlestiginde , kolleksiyona yenilerini katma telasina donustugunde bu mevzu basitlesen kolleksiyonlarmi olur yoksa basitlesen insanoglu mu ? Kisik ateste pisen yemegin kararli yanan atesle lezzetli bir yemege donustururken hep guclu ama kisik atesle ici pismeyen kavruklar olusumuz bu sebebten midir hep ? Lezzetsiz, yanik, kanser edici fastfoodlara donusme telasi ..

TÜKETEN Mİ TÜKENEN Mİ ?


İnsanoğlu kendisine sunulan dünyanın gerçeğini kabul eder.
(Truman show)
Fakat sunulmuş gerçeklere rağmen insan direniyor bazen.
Nadiren de olsa bazıları
– “hayır ya bu sunulan benim gerçeğim nasıl olur? bu benim gerçeğim olamaz ”
diyebiliyor.
Bu kahramanca, cesur başkaldırı kulağa hoş gelse de gerçekte bu kadar güzel ve her şeye değer bir başkaldırı mı?

Aslına bakarsanız hayat bu kadar karmaşık değil iki seçenek var bize sunulan
Kimileri hayatı tüketir, kimileride hayal ettiği hayat uğruna kendi tükenir.
Hangisi gerçektir , hangisi en doğru ????

Hayatı tüketenle ,kendini tüketen arasında ne fark vardır..?
Çılgın gibi akan nehirde çırpınmadan şelalenin dibini boylamakla, deli gibi kulaç atıp, çırpınıp debelenip tükenip yorgunluktan dibi boylamak arasındaki fark nedir?
“vay be süper mücadele verdi ama olmadı” mı?
Sunulan hayata eyvallah diyip, amaaaaaaan ne yapayım kaderim buymuşu düstur edinerek elimize ne geçerse geçtiği kadar tüketip,bize verilmiş hayatı da çok sorgulamadan ,çok hırpalamadan, kurcalamadan yaşamak varken
Ben koyun değilim ,daha iyisini hak ediyorum,bunun için oturup bekleyemem ne yapacaksam kendim yaparım demek,durmadan yılmadan mücadele edip kaderini kendi çizmek için bir çok şeyi kaybeden bir o kadarını da feda etmek pahasına didinmek çırpınmak….
Hatta iyi niyetli olalım koyulan hedefe ulaştığımızı varsayalım.
Oraya vardığında yarını tüketmiş olarak hayali kurulan yerde olmaya değer mi???

Dik kafalılık yapıp, anlık değil mutlak mutluluk peşinde koşarak “Tükenen”, çıktığı yolda belki de bir sürü şeyi pas geçiyor hedef uğruna.
Ama o kendine güveniyor, savaşma gücünü farkında, çabalarsa umduğu şeye ulaşacağa inancı tam, zorlukların onu yıkamayacağına sadece biraz yavaşlatacağını ya da en fazla biraz uzaklaştırabileceğini bile bile ışığa uçan pervaneler gibi tükeniyor.

Bu durumda

Tüketen mi mutlu bu hayatta yoksa tükenen mi?
Tüketen mi özgür bu hayatta yoksa tükenen mi?
Tükenen mi yaşıyor hayatı tükenen mi?
Tüketen mi zengin bu hayatta yoksa tükenen mi cebinden yiyor sürekli?
Tüketen mi güçlü bu hayatta, yoksa kendini güçlü adlandırdığı için mücadele edip sürekli tükenen mi?

Hangisi ?
Emin değilim !
Aklımın ikna olduğuna gönlüm ikna olmuyor.
Gönlümün ikna olduğuna aklım muhalefette ….

Kıskançlığım tavan yapıyor tüketen adama
Benim kandırılmış gerçekliğim mi yoksa tükenen olmak ,
bana sunulan dünya gerçeğinden nasibime düşen “HEP DAHA FAZLASI İÇİN MÜCADELE ET GÜÇLÜSÜN SEN SANA BİŞEY OLMAZ” pompası mı ?
pompalar kırıldı yahut kayboldu
yada sibop tıkalı almıyor tek bir gaz daha :):):):):):)

17.03.2008
23:37
bişkek

SAGLAM MAGLUBIYET

    SAĞLAM MALUBİYET



31 aralık 2006 ……..19:00/21:00 su kuyusu nöbeti
erzincan

yılın son, bayramın ilk günü ve ben yine nöbetteyim
hatta sabaha karşı 5-7 nöbetlerinde de ruh halim ve ayık olma durumuma göre yine burada birşeyler yazıyor olabilirim.uykusuzluktan farkında değilim belkide
bayram izinlerine giden askerlerin sayısının çok olması,bunun yanı sıra yeni gelen askerlerin henüz silah eğitimi almaması nöbet konusunda sıkıntı yarattı.günde 2 saat nöbet zorunluluğum bu nedenlerden 4 saate çıktı .zor gelen nöbet değil aslında alıştım bile.

bugün bayram
dönüpte geçmişe baktığımda “NERDE O ESKİ BAYRAMLAR ” diyebileceğim pekte iç çektirecek anım yok benim.
şimdi farkettimki hemen her konuda anı biriktiren ve anlatacak bişey bulabilen aykutun bayram söz konusu olunca anlatacağı bişeyi yok.

ya anı koleksiyonum yeni yeteri kadar birikmedi.
yada biriktirmeye başladığımda bayram kendini ve önemini yanına almış ve yitmiş gitmiş çoktan belkide…?

hafızamı zorluyorumda bir tane var sanırım bir kurban bayramıyla ilgili
Senesi net değil ama 84-85 olmalı. Babaannemlerin iki katlı apartmanımsı evinin bodrum üstü 1 katındaki dairesinin tamda penceresi altında üst komşunun kahverengi ineğinin masum bakışları ve ardından kan revan içinde kesilip parçalanması ve kesilen kellenin hala aynı bakışla bana bakması kalmış zihnimde

“ŞİŞŞŞŞT ÇEKİLİN BAKİİM ORDAN BAKMAYIN AAAAAA OLURMU ÖYLE GECE KORKARSINIZ VALLA BEN KARIŞMAM “
İkazlarına aldırmadan nasıl bir merak ve nedensiz bir mutlulukla seyretmiştik o vahşeti.

vahşeti seviyoruz doğamızda var kesinlikle, zamanla içgüdülerimizi bastırıyoruz,toplum kuralları vicdan ahlak gibi yine kendimizin uydurduğu bir sürü ıvır zıvırla içimizdeki o doğal dürtüyü baskılamaya uğraşıyoruz.

o yaştaki bir çocuğun kanrevan içindeki bir canlının ölümünden can çekişmesinden seyrettiği halde zevk alması,muzip yaramaz gülücükler fırlatıp heyecanlanmasının başka bir açıklamsı olabilirmi ???

yazdıkça,hafızamı kurcaladıkça o günle ilgili aklıma bir şey daha geldi (evraka)
O kanlı şölenin ardından o yıllarda benim için çok şey ifade etmese de sonraki yıllarda nerdeyse tüm erkekleri sardığı ve hayatımızın büyük bölümünü kapsayacak bir şeyi keşfedişimi hatırladım.

TARAFTARLIK VE PEK TABİKİ DERBY MAÇIN KEYFİ
anı o kadar keyifli değil sonuç itibariyle ama olsun

bir erkek çocuğuysan seni bir kızdan ayıracak tek şey o yaşlarda futboldur bence.
kızlar romantik hayallerle bebekleriyle mıyır mıyır oynarken
sen kendini bir şeyi tekmelerken bulursun bir anda
bu içgüdüsel davranış erkek olmanın temellerinden biridir belki de.

öndeki iki büyük inatçı süt dişimi çektirip hüngür hüngür salya sümük ağlayarak babamla gittiğim Sakarya spor - Galatasaray maçını saymazsam seyrettiğim bir futbol maçı yoktu. Zaten ondada simitçinin ne tarafa gittiği ne zaman bu tarafa geleceği, simidi aldıktan sonrada olmayan iki ön dişimle o simidi nasıl yiyeceğim önemli konuyken..
yanı sıra anlamlarını bilmediğim hepsini ilk defa duyduğum yanımdaki adamların ağız dolusu küfürleri ve adamların komik hallerini seyrederken Galatasaray'ın attığı beş gölün tekini bile göremeden çıktığımızdan bir maçı da seyrettim sayılmazdı.

ama o günün bayramın dışında bir önemi daha vardı
Tabi ki de Galatasaray Fenerbahçe maçı
Kahverengi ineğin kesilmesinin verdiği coşkuyla pencerenin önündeki divandan, babamın üzerine atladım yine boğuşuruz umuduyla.
açıkçası beklediğim ilgiyi bulamadım.
ben türlü maymunluklar yaparken ilginin bende değil de ayarlanmaya uğraşılan radyo frekansı üzerinde olduğunu fark ettim.
Soru yağmurum sonucu, bana sordukları zaman tuttuğumu söylediğim, simitçinin hareketleri kadar ilgimi çekmemiş olsa da, ilk seyrettiğim maçın yaşadığım şehrin takımı SAKARYASPORLA oynamasına rağmen, yine de taraftarı olduğum takımın maçı TRT radyonun canlı anlatım olarak verileceğini anladım.
hem de maç fenerleydi.
uuuuuuuuuuuuuuuuuuuvvvvvvvvv vay canına !!!!
evet verdiğim tepki buydu belki ama fenerde kimdi ki acaba ?
Belli ki istenen beklenen ilgi maç bitene kadar gelmeyecekti babadan.
Yapacak bir şey yok!!
eee ben bir erkek çocuğuyum ve bütün erkeler futbolu sever. O zaman bende sevecek ve pek tabi ki radyodan pür dikkat dinleyecektim.

maç öyle bir başladı ki Galatasaray fırtına gibi….. anladığım kadarıyla iyi bir şeyler oluyor. Babamın yüzü gülüyor.
bir uğultu ,spikerin sesi kuvvetlendi.
GOOOOOOOOOOOL !

-baba ne oldu
-gol oldu oğlum gooool :):):)
-kim attı ki?
-biz oğlum

goooooool

-baba yinemi gol?
-evet oğlum yine goooolllll iki oldu ikiiii!

-baba ofsayt neki?
-dur sonra anlatırım
-baba taç ne?
Korner dedi, korner ne ?
-Bir dur oğlum yahuuu !
aut dedi aut o ne onu söyle bari
-du dur gol geliyo “TÜÜÜÜÜÜÜÜÜÜÜH” kaçtı be .allah cezanı versin o ne biçim şut hayvan herif
-baba aut dedim ?
– aha gol.
 hahaaaaayyyyyyt gooooooolllll 3 oldu üüüüüüüçç

İlk yarı 3-0 ezici üstünlükle kapandı.
Babam mutlu, o zaman bende mutluyum.
Maçın keyfiyle istediğim ilgide geldi tabi.
devre arası bitene kadar babamla boğuşup ,hain kahkahalar attık. 

ikinci yarı başladı.

İster istemez bende ortağıydım artık maçın.
Hatta küçük bir taraftar grubumuz bile vardı artık evde. ben ve babam.
fakat işler ikinci yarı tam bir fiyasko, hiçte iyi gitmiyor olacak ki babamın yüzünde bir endişe bir sinir söylenmeler ahlar tühler, vahlar.
Çocuk yanında edilmemesi gerekliliğinden mütevellit başlangıcı küfür gibi olmayan tamamlanmadığında da küfürde sayılmayan anlamsız nidalar.

-sol kanattan bilmem kimin ortası kafa ve goool

-baba gol değil mi goooooool
-evet gol ama biz atmadık otur yerine

-tüüüh allah senin gibi kalecinin tüh
-yine mi gol biz mi onlar mı?
-onlar

böyle arka arkaya tam 4 gol yedik.
ilk yarı 3 atıp ikinci yarı darmadağın olduk.
Hatırladığım ilk derbi maçında hezimet yaşadık. İyi.
iyi başlayıp yıkıldık

bir bayram günü futbolla ilk ciddi temasımda mağlubiyetide tattım. Üzgündük babamla ama yine de CİMBOMLUYDUK ve bu hiç değişmeyecekti.
İyi günde kötü günde.

Babadan oğula geçen taraftarlığım mağlubiyetle başladı belki ama yıllar sonra U.E.F.A ve SÜPER KUPA ile taraftarlığımız taçlandı.
Galatasaraylılığım adım adım ilerlerken hayal edilemez başarılara da aynı hızla koşuyorduk.
O başarının temelleri atılırken NÖŞETEL XAMAX(böyle yazılmıyor olabilir)maçında tanju çolağın gollerine babamla avaz avaz sevinmiştik,
prekazinin 40 metreden MONACOYA attığı enfes gole beraber şaşırmıştık.
tam olarak hangi maç hatırlamıyorum ama yine Avrupa'da ki önemi Türk mucizesi diye adlandırılacak maçın kahramanı zamanın genç yeteneği TUGAY KERİMOĞLU ile maç sonu röportajını izlerken babamın göz yaşlarına ortak olamamıştım ama o duygu yoğunluğunu, boğaza dayanan düğümü gururu, sevinci….ismi konulmayan o hislerin yoğunluğunu çok iyi anlamıştım.
Cimbom adım adım güçleniyor ilerliyordu.
Gün geldi ve esas başarılar yaşanmaya başlandı. 

İşte o esas başarılarda babam yoktu yanımda.

Küçük taraftar grubumuz dağılmıştı artık.
yalnızdım ..
mahalledeki tüm arkadaşlarım fenerliydi ve ben tek başıma seviniyordum her seferinde içimdeki buruklukla.
ilk başarı kırıntılarının başladığı coşku, mutluluk, tarifsiz hislerle gözyaşı döken babamın hissettikleri içimde bir yerlerde benleydi hep.

Bunu o zamanlar çok net hissediyorum öfkem ve kızgınlığım küskünlüğümün arasında en çok da
 belki de bu sevinçte yapayalnız bırakılmayı  affedemiyordum. sevinç bir yanıyla alev alev bir öfkeyi de ateşliyordu sanki.
Hezimetle başlayan taraftarlığımda beraber üzülmüşken, tam sevinme coşma, çıldırma zamanı gelmişken yapayalnızdım.

şimdi düşününce kırgınlıkları bir kenara..
Eminim ki o da elinde bayrakla, benimle birlikte avaz avaz Galatasaray marşları söylemek isterdi fütursuzca caddenin ortasında…
eminim ki maç sonu kutlamasında benimle karşılıklı rakıbardaklarını tokuşturmak ve ardından saatlerce maç sonrası kritiği yapmak isterdi.

Ama olmadı, olamadı işte

belki sadece bu yüzden ,onca kırgınlık ,kızgınlık ve öfkeye rağmen hiç kin tutamadım ben babama.
Çünkü bence yaptığı hatanın cezasını fazlasıyla çekti der içimde bir ses.
ben o anlarda onun yerinde olmak istemezdim.
Oğlumun ilk aşkı, ilk öfkesi, ilk sevgisi, kavgası nefreti, sevinci, mutluluğu, yediği il kazıkta nasihat verme fırsatı ne bileyim ….yanında olamamak …?
yanında olamamak sevgisini gösterememek yada daha kötüsü ne yapsa etse inandıramamak ölüm gelirdi bana.
 Ki ona da muhakkak öyle gelmiştir
Yada umarım öyle gelmiştir.
 Ama bu sonucu değiştirmedi artık değiştirmeyecekte
Çooooook kızgınım çok geçemeyecek de bu kızgınlık öfke de.
boğaza takılan bir gıcık gibi.

kalmadı o kin tutamaz tarafım affediciliğim belki de.
hafızasıyla unlu bir fil kadar unutmaz, kindar bir karga oturdu içime.
Çirkin sesiyle her zaferde kendi kendine marşlar söylüyor bağıra bağıra hala.
 her bağırışta ağzından düşürerek peyniri içindeki o kara girdaba...

AĞAÇ



Yıllanmış bir ağaç gibiyim. Sert bir kışın ardından dallarımda tomurcuklanma kararsızlığındaki aşklarım, beklenmeyen bir soğukla karşılaşma korkusuyla çiçek açamıyor sanki… Gövdeme bir çakıyla kazınmış gençlik aşklarımın izi, çatal çatal olmuş katmerleşmiş sert kabuğumun dışında açılmış yaralar gibi öylece duruyor… Acımıyor belki ama orda olmalarından rahatsız mıyım seviyor muyum bilemiyorsun… Dallarıma konan kuşlar ilk başta neşelendirse de bir süre, sonra sıkılıp silkelenmek istiyorum gitsinler diye. Esen akşam rüzgârlarıyla bir bu yana bir o yana savrulmak…  Akşamın sessizliği çökünce rüzgârın sesiyle dalgalanırken hafif yağan yağmur eşliğinde dökülen yapraklarım bir yandan yeni filizlenmeye çalışanlar bir yandan, içimi kemirmiş tahtakuruları ve diğer zararlıları atmak için büründüğüm çirkin zirai ilaç kokusu, toprağın kokusuyla karışıyor, başım dönüyor. Bütün zararlı kemirgenleri attıktan sonra oluşan yaralarımı sessiz gözyaşlarım gibi akıttığım reçinemle kapatıp geri dönüşlerini engellemeye çalışıyorum kabuğum tekrar zayıflamasın diye.
 Dallarımla ne kadar uzağa gidersem gideyim, köklerimde bir o kadar derinlere uzanıyor. Bırakamazsın geçmişini buradan bir yere gideceğin yok der gibi…
Döktüğüm yapraklarımın düşmesinden daha rahatsız edici ayaklarımın dibinde çürüyüşlerini seyretmek yeşilden, sarıya, kahverengiye ve sonra toprağa karışmalarını izlemek…                                         

SAGLAM MAGLUBIYET

     SAĞLAM MALUBİYET 3 Ağustos 2014 31 aralık 2006 ……..19:00/21:00 su kuyusu nöbeti erzincan yılın son, bayramın ilk günü ve ben yine nöbet...