26 Şubat 2017 Pazar

Cok cocuktum vazgectigimde

çok çocuktum vazgeçtiğim de …

sanki çekik bir Asyalı olarak doğacakken, birden ve bilmediğim bir nedenden çekilmesi durdurulmuş olmasına inat kirpik uçlarından tutar çekeler gibi iki yana ne zaman öfkelensem yada üzülsem
 bir anda çekilmesini durduran nedeni ortadan kaldıran her neyse, yolculuğuna gözlerim baslar önce o anlarda
göğüs kafesimin tamda ortasından yukarı yükseliverir bir şeyler.
geniş bir pipetten içilen posalı  portakal suyunun dibini çekerken kalan posanın yavaş yavaş pipetten geçişi gibi ağır ağır zorlaya yora yükselişi gibi yukarı çıkar her nefeste bir taş gibi boğazına.
ne oluyor derken
burun ucunda bir elektriklenme baslar bir turlu gelemeyen hapşırık gibi.

iki yana çekilmeye direnmekten kuruduğundan batmaya baslar gözlerin

bir anda göz pınarların yağmurunu boşaltmasın diye inatla kırpmadığında gözünü bir buğu kaplar,
"bi salmadın beni be aga !" der bolca sitemli, çekilme hissi pes eder sonunda.
 kurulu zembereğin boşalması gibi gözler "zınk" diye eski yerine geri gelir.
pipette tırmanan posa ortasından bir hava gediği verir nihayet
 geldiği yere sanki bir tonluk yük gibi düşer.
 midenin tam ortasına inen beklenmedik bir yumruk gibi.

çok çocuktum vazgeçtiğimde
ağlamaktan

bıraktığı bu hissi yok edemedim daha.

sonra iyi niyetlerimden vazgeçmeye başladım yavaş yavaş.
Hep bir öküz oturdu onun boşluğuna.
İçinde biriken bir sürü dolaşır oradan oraya
vıcık vıcık şüphecilik,
lavabo giderine dökülen kararmış bir yağ gibi, gider borusunu daralttıkça daralttı.
Süzgecimden geçirirken iyi niyetlerime bulaştılar, kapkara su üstünde kalakaldılar orada.
bende onlardan da vazgeçtim yine.

yamacımda ektiğim fidanlar
 güçlü kocaman bir çam ormanı oldu.
zamanla büyüdüler.
 o kadar büyüdüler ki ...

 yaslayıp sırtımı gövdelerine, gölgelerinde otururken güvenle, arkamda derin bir uçurum olduğunu, büyük bir gıcırtıyla devrilmeye başladıklarında fark ettim.
Hayat denen şey kök saldığı toprakları oymuş meğer epeydir.

yıkılan her ağaca baktım yakından
olay yeri inceleme titizliğinde
birinin kökleri kurumuş çoktan.
ona şaşırırken hemen dibinde, diğerinin az ötede çatırtısını duydum
sonra teker teker devrildiler yavaş yavaş sırayla
Kimi üstüme devriliyordu zor kurtuldum.
Kimini ayakta tutmak için direnerek uzunca bir süre,
gücüm yettiğince
kenara çekilme zamanı geldiğinde yorgunca
devrilmelerine şahit oldum göz göre kaçına.
birine tahta kurusu dadanmış içten içe erimiş.
diğerini ormancı kesmiş.
oburu tutunamamış artık yamaca.
beri ki zaten ağaç değilmiş
ağaçlara yapışmış kalın sarmaşıklar olduğunu fark etmek pek acıklı geldi bana.
seyrelince orman  ağaç olmadıkları görünür olmuş kiminin
bildiğin bodur sevimsiz kuru bir makiymiş. :)

Uçurumun kenarında bulunca kendimi fark ettim ki güven denilen şeyin erozyonu başlamış meğer epeydir.

İstinat duvarları kurmaya baslarsın artık toprak kayıplarını durdurmak adına,
giden her ağaç yerine eğri büğrü bir istinat sütunları dikmişim bende.
birde bakarsın ki uçsuz bucaksız hoyrat bozkırda, kocaman sütunlar arasında hapis olmuşsun...

Sonra heyecanlardan vazgeçersin, coşkulu sevinçleri kahreden kederleri terk edersin zamanla,
özlemeyi unutup, dolayısıyla özlenmeyi de unutursun zamanla.
hepsini tanımlayan bir hikayem var elbet
ama uykum var çok üşenirim anlatmaya.
 vazgeçe vazgeçe yollanırken,
 yüklerinden kurtularak yükselen sıcak hava balonu gibi maviliklerde süzülür bulursun kendini.

ondan vazgeç bundan vazgeç
içeride kalan tek tük ne varsa,
bu boşlukta cani sıkılır birinin daha
bu sefer o benden vazgeçer yakında.

öfkemi de kaybediyorum galiba,
bakıyorum da yok valla.
herif çekti gitti bildiğin.

ne yalan söyleyeyim en çokta o koydu.
severdim keratayı halbuki.
seninki alışkanlık dedi
alışkanlığa dönüşmeyi yediremedi
çekti gitti  sonunda eşek oğlu eşek.

O gitti gideli senden almak istedikleri neyse çokta direnmiyorsun zamanla
biz istedik aldık gururu yaşamasınlar diye ben bir bok çuvalı gibi kapının önüne bırakıyorum.
o zaman da almıyorlar çoğu zaman :)

heybeme sokup elimi el yordamıyla
ne kaldı diye bakınca
bir kaç umut kırıntısı yapıştı parmaklarıma.
çıkardım baktım parmak uçlarıma yapışmış sim taneleri gibi parıl parıl parlıyorlar hala.
hergeleler en ufak bir ışık görmesinler nasılda parıldıyorlar hayret edersin.
derken çapkın lodos, güneşe sürtünerek ısıttığı sıcak rüzgârını savurunca umarsız,
üç beş kırıntı da dayanamadı çapkın davete
tutunamadı bıraktı kendini esintiye,
bir kuş tüyü narinliğinde süzülerek boşlukta kayboldular birer birer gözden

Çapkın lodosun davetine kanmayıp yapışıp kalan bir kaç kırıntıya baktım önce öylece sonra biraz telaşlı soktum elimi heybeme içinde sürterek elimi düşürdüm yine heybemin dibine, duruyorlar şimdilik öyle

aykut aruca
26 subat 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

SAGLAM MAGLUBIYET

     SAĞLAM MALUBİYET 3 Ağustos 2014 31 aralık 2006 ……..19:00/21:00 su kuyusu nöbeti erzincan yılın son, bayramın ilk günü ve ben yine nöbet...